Bir Radyasyon Anısı
Hadi canım bunun da anısı mı olurmuş demeyin. Keyifle okuyacaginız bir anısı var. Kaçırmayın!
Bendeniz lisans ve yüksek lisans öğrenimimi Boğaziçi Üniversitesi Fizik bölümünde yaptım (Şu yukarıda görünen bina). Yıl 1979, üçüncü sınıftayız, iki dönem sürecek bir laboratuvar dersi alıyoruz. Amaç, Modern Fiziğin çesitli olgularını deneysel olarak gözlememiz. Çok zevkli bir ders, oyuncaklar! o kadar hoş ki laboratuvardan hiç ayrılmıyoruz (zaten çift anadal yapanlar dahil yedi kişiyiz). Lazer'ler, hologram çekimleri, sonraları MR görüntüleme yönteminin esası olacak quantum olgusunun üzerine deneyler…
Ders yılının ortasına doğru, diyagonali yaklaşık 10 metre olan laboratuvarın bir köşesinde, çapı 1 metre kadar olan bir silindir keşfettim. Metalden yapılmış. Bir iki yerinde 'Radyoaktivite' işareti var. Sağından solundan baktım, tek örünen silindirin üst yüzeyinin tam ortasında kalın cam bir kapak. Merak bu ya, koştum Geiger sayacını aldım geldim. Bu cihaz, duyarlı olduğu spektrumda bir quanta (parçacık), duyargasına (sensor'üne) geldiğinde 'tik' sesi çıkarır ve bir elektronik 'zaman içinde ortalama alma' devresi ile radyasyonun 'yeğinliğini' ölçer, size kadranında gösterir. Evet, bizim Geiger sayacı motor gibi veya makinalı tüfek gibi ses çıkarıyordu, silindirin bir metre kadar yakınında. Aleti bina dışına açık havaya çıkarıyorsunuz, yaklaşık dakikada bir veya iki kere tık ediyor. Genç bir bilim adamı adayı olarak ne yaparsınız? Üniversitenin o bir salonu kaplayan dev bilgisayarının günümüz PC lerine kıyasla 1/1000 kaplan gücünde olduğu o günlerde tabii ki Internet yoktu. Bilmediginiz bir konuda tek başvuru kaynağınız insanlar ve kütüphaneler idi. Ben, doğaldir ki, bu ikincisine doğru yollandım. Biraz araştırma ile işime yarar birkaç kitap buldum. Bunlarin bir tanesinde 'radyasyonun canlılar üzerindeki etkisine' ilişkin standartları saptayan bir uluslararası kurulun var olduğundan söz ediliyordu. Bu kurul Madam Curi'nin ölümünü izleyen yıllarda oluşturulmuş ve yanlış anımsamıyorsam 8 yılda bir toplanmakta. Bu toplantılarda, geçen zaman içindeki bulgular değerlendirilip çesitli güvenlik sınır değerleri yeniden saptanmakta. Kitapta bir de grafik var. Yıllar üzerinden bu limit değerlerin değişimi göşterilmiş. Grafik, çok hoş biçimde, 'doğrusal'. 'Allahallah bu nasıl iştir' diye bakınırken fark ettim ki y-ekseni logaritmik. Yani her sekiz yılda bir, bu kurul, bir öncesinde emniyetli dediği sınırı 1/10'una indirivermiş. Kurul da son toplantısını 70'li yılların başında yapmış, yakındaki bir tarihte toplanıp, büyük olasılıkla limitleri yine düşürecek. İlgili yerlerin fotokopisini çektim, bölüme döndüm, arkadaşlarımı buldum, durumu anlattım. O anda geçerli olan limitlere göre aldığımız doz 'Nükleer reaktörlerde çalışmakta olan ancak çekirdekle teması olmayacak olan kişiler' için konulan sınır değerde. Yani, diyelim nükleer reaktörde çalışan bir muhasebeci bizim kadar radyasyon alabilecek, ayrıca bu değer yeniden düşürülürse bayağı kötü bir durumda kalacağız. Zira bir sonraki (10 katı değerdeki) sınır 'Nükleer reaktörlerde çalışmakta olan ve çekirdekle civarı ile çok kısa teması olacak olan kişiler' (örneğin temizlik personeli) için verilmiş.
Dersin hocası bir Amerikalı, Prof. McMickle. Aynı zamanda Bölüm Başkanı mıydı? tam hatırlayamıyorum. Demokrat görüntüsü altında asla taviz vermeyen, inadım inat bir kişilik. Bilimsel değeri de, bana göre, soru işaretleri ile dolu idi: inatla sıfır-vektörlerin üzerine ok koymazdı, sayısal sıfır ile vektörel sıfırın farklı şeyler olduğunu anlatamadık bir türlü. Hiç bir çıkarımı kafasından yapamazdı, hep bir yerlere bakardı. Nitekim ABD'ye döndüğünde bir yıl kadar işsiz gezdi, sonunda da bir lise kütüphanesinde yönetici oldu. Her neyse, arkadaşlarla önce adama gidip derdimizi anlatmanın doğru olduğuna karar verdık. Bu iş de, doğaldır ki, bana düştü. Anlatınca, önce o koruyucunun güvenli olduğunu, 'Made in USA' olduğunu, dışarı, zinhar, radyasyon sızdırmayacağını savladı. Deney yaparken durduğumuz yerde Geiger sayacının değerlerinin 'background' radyasyonun yüzlerce katı olduğunu söyleyince durumu inceleyeceğini söyledi. Merakla gelişmeyi bekledik. Birkaç gün sonra laboratuvara girdiğimizde bizim silindirin diyagonal üzerinde yer değiştirmiş olduğunu gördük. Böylece bize uzaklığı 3 metre arttı. O günkü dersin ilk saati de bu konuya ayrıldı. Benim bulduğum kitabı o da bulmuş, oradaki sayılara referans vererek bizim 'güvenlikte' olduğumuzu savlıyor, bir riskin olmadığının açık olduğunu söylüyordu. Limitlerin her sekiz yılda bir 1/10'una düşürülmesi için verdiği yanıt da fevkalade hoştu, diyordu ki:
"Geriye dönüp baktığımda bir sürü sekiz yıl yaşamış olduğumu görüyorum ama bu gelecek sekiz yılı yaşayacağıma kanıt değil, değil mi?"
Böyle şahane bir akıl yürütmeye söylenecek söz yoktu. Ve bu kez Temel Bilimler Fakültesinin Dekanına gitmeye karar verdik, ayrıca problem çözülene kadar da o derse girmeyecektik (yani boykot, ınınının). Sayın İnonu hiç bekletmeden randevu verdi. Yüzünden hiç bir zaman eksilmeyen o gülümsemesi ile söylediklerimi sonuna kadar dinledi. Sorunla ilgileneceğini soyledi ve "hiç kimsenin bizi o laboratuvarda bulunmaya zorlayamayacağını" belirtti. Mutluluktan uçarak yanından çıktım. Ertesi günkü derse de girmedik. Bir sonraki gün lanet silindir artık laboratuvarda degildi. Zafer…Mutlu son… Bekleyin, pek de öyle değil!
Aradan yıllar geçti…
5-6 yıl sonra, yani Boğaziçi'yi bitirip ODTÜ'ye geçmemden 2-3 yıl sonra, Boğaziçi'ye eski dostları bir ziyarete gittim. Adını şu anda anımsamadığım bir müstahdem de bunlardan biriydi. Beni bir çay içmeye çatı arasındaki ufak odasına davet etti. Kimsesizdi. O odada yatıp kalkarmış meğerse. BTS'nin (Fizik bölümünün vaktiyle bulunduğu, saatli kuleli tarihi bina) üstüne çıkan merdivenleri tırmandık. Odaya girdik. O da ne? Bizim lanet silindir adamcağızın yatağının başucunda.
"Bu ne" dedim.
"Bunu McMickle, yıllar önce buraya çıkarttırdıydı" dedi
ve uzun boylu o çıkarma işleminin ne kadar zor olmuş olduğunu anlattı. Dilim döndüğünce radyasyonu, tehlikesini falan anlatmaya çalıştım, bunu göremeyeceğini, hissedemeyeceğini, adamı hasta edebileceğini söyledim. Cevabı kısaydı:
"Boşver, elleşme, bana heç bir zararı yoktur".