Bir Amatörün Avrupa İzlenimleri 3
Yazarımızın Avrupa keyifli izlenimlerini devam ediyor. Düşler Kenti Paris ve Euro-Disneyland gezisi bu ayki yazıda yer alıyor. Merhaba bu ay da beraberiz.
Efendim nerede kalmıştık evet hatırladım. En son Opera meydanındaydım güzel bir öğlen yemeğinden sonra Pigalle gidecektim.
Pigalle Paris�in kuzeyinde kalıp epey neşeli bir yerdir. Bilmem ama yaşı ileri olanlar hatırlarlar meşhur Vulen Ruje (Kırmızı Değirmen) burdadır ve daha sonraları bu semt�e bunun benzeri bir sürü gece kulübü kurulmuştur ve Paris�in gece hayatı burada geçmektedir. Metro istasyonundan dışarıya çıktığınızda kendinizi bambaşka bir atmosferin içinde bulursunuz. Buranın havası da kendine özgüdür. Caddeden yukarı doğru Sacre-Coeur metrosuna doğru ilerlerken sağlı sollu gece kulüpleri ve sex shop�ları görürsünüz dedim ya bambaşka bir atmosfer aynı İstanbul�da Beyoğlu�nun arka sokakları gibi dersem herhalde bana inanmazsınız.
Burda gündüz hayat normaldir ama gece 23:00 dan sonra bambaşka bir dünya oluverir.
Sacre-Coeur tepesine dik metroya gidebilmek için Pigalle de biraz yürüdükten sonra hafif bir eğimle yukarı doğru çıkan ara sokaklardan birinden bu metroya ulaşabilirsiniz. Nefesinize güveniyorsanız bu tepeye yürüyerek de ulaşmak mümkündür.
Bu tepenin bir diğer adı da Ressamlar Tepesidir. Tepeye ulaşabilmek için metrodan indikten sonra ya Sacre-Coeur kilisesinin dik merdivenlerini ya da yan sokaklardaki merdivenli yaya yollarını tercih edeceksiniz ha bir başka alternatifte arabayla dolaşıyorsanız Pigalle�den yukarı devam edip MontMartre den dönüp buraya gelebilirsiniz.
Sacre-Coeur tepesi Paris�in turistik yerlerinden biri olduğundan yere iğne atsanız düşmez. Kilisenin merdivenlerinde oturanlar ayakta etrafı seyredenler ya da bu merdivenleri anfitiyatro gibi kullanan sokak çalgıcıları. Evet yine enfes bir sokak konseri var. Tüm insanlar merdivenlere oturmuş ve çalgıcılara eşlik ederek konseri izliyorlar. Bende kendime bir yer bulup yarım saat kadar bu konseri izledim.
Sacre-Coeur Kilisesi�nin içini gezerken dikkatimi diğer ülkelerde gezerken de gördüğüm olaylar çekti. Hıristiyan alemi bu kiliseleri büyük özen göstererek inşa etmişlerdi. Gerçekten de muhteşem rölyefler, freskler, cam vitraylar, heykeller ve tablolar var. Bunlara bakarak bir tarihi öğrenebiliyorsunuz. Bu eserleri yapan sanatçılar o dönemi size oracıkta yaşatıyorlar. Sanmayın ki bizlerde bu insanların yanında hafif kalırız. Bizimde tarihimize bakınca, hele hele İstanbul da göğe doğru yükselen minareler ya da Kadıköy�den Karaköy�e vapurla geçerken saray burnunda büyük bir ihtişamla duran Topkapı Sarayı, Ortaköy�de Dolmabahçe ve Çırağan Sarayı, Sultan Ahmet de Sultan Ahmet Camii ve yurdun dört bir yanında ki diğer eserler ne anlatmak istediğimin görsel şahitleridir. Bir Mimar Sinan gelmiş geçmiş bu yurttan ve adını şimdi hatırlıyamadığım bir sürü usta. Hepsinin ellerine sağlık.
Kilisenin yanındaki ara sokaklardan biraz daha yukarı doğru gittiğinizde karşınıza Ressamlar Tepesi çıkar. Evet ortada bir meydan ve bu meydana dünyanın dört bir tarafından gelmiş sanatını burada icra eden ressamlarla doludur. Kimi karakalem kimi yağlı boya kimi de pastel boya ile tuvallerine can veriyorlardı ve yanlarında da daha önceden yaptıkları resimler. Dilerseniz o anda oturun bir ressamın önüne sizin karakalem portrenizi yapsın ya da Paris manzaralı resimler alabilirsiniz.
Ressamlar Tepesi Paris�in yüksek yerlerinden biri ve çok güzel bir Paris manzarasına sahip. Burada yaklaşık 1,5 saat geçirdikten sonra tekrar aynı yoldan geçerek Pigalle Metrosuna oradan da Notre Dame Kilisesine gideceğim.
Bir önceki yazımda da dediğim gibi Paris�de en iyi ulaşım aracı metrodur.
Notre Dame Kilisesi Seine nehri üzerindeki bir adaya inşa edilmiş. Bu ada da trafik tek yönlü. Bir taraftan girdiğinizde ancak karşı tarafa geçtikten sonra dönüp gelebiliyorsunuz. Kilise bu adanın ucuna inşa edilmiş. Yani Seine nehrinden baktığınızda kilisenin arka tarafını çok güzel bir şekilde görebiliyorsunuz. Kilisenin önden görünüşü de muhteşem. Ön duvarlarda Hz.İsa�yı ve azizleri anlatan rölyefler ve kabartma heykeller dolu. Burada Sacre-Coeur�dan farksız çok kalabalık. Ne de olsa Paris�in turistik bir bölgesi. Nedense Avrupa�da ve bizim memleketimizde de ibadet yerleri tarihi bir de değeri varsa o bölge meşhur olup çıkıyor. Aynı bizim Sultanahmet Camii ve çevresi gibi.
Notre Dame Kilisesinin arka bahçesine Belediye Bandosu gelmiş ve burada konser veriyor. Ben burada dah fazla oyalanmadan doğruca Concorde Meydanına doğru yola çıktım. Çünkü zaman bu gezide en önemli faktör.
Concorde Meydanının Fransa tarihindeki yeri çok önemlidir. 1789 yılındaki Fransız devrimi sonunda bu meydanda kurulan mahkeme sonunda o dönemin Kralı XVI. Louis , karısı ve bir çok aristokratın giyotinle idamına sahne olmuştur.
Şimdi ise bu meydanın yedi köşesinde kadın heykelleri bulunmaktadır ve bu heykellerinin herbiri demokrasinin bir kuralını tanımlamaktadır.
Concorde Meydanından yukarıya doğru Seine nehrinin kıyısından yürüyerek Eiffel kulesine ulaştık. Bu kule 1889�da Evrensel fuara gelen ziyaretçilerin ilgisini çekmek için mühendis Gustave Eiffel tarafından tasarlanarak yapılmış. Kulenin yerden yüksekliği 320 m. Kulenin en son katına çıkıp Paris�i yukarıdan seyredecektim. Onun için ip gibi uzayan asansör kuyruğuna girdim. Yaklaşık 20 dakika bekledikten sonra asansöre bindik ve iki aşamada yukarıya çıkacaktık. Birinci aşama ilk kata çıkan eğik asansör. Çok ilginç kulenin bacaklarında iki katlı bir asansördü. 1. kata ulaştıktan sonra diğer katlara çıkmak için asansör değiştiriliyor ve bu asansörde kulenin ortasında çalışıyor. İsteyen 2.katta iniyor isteyen son kata kadar çıkıyordu. Son katın yerden yüksekliği 274 metre. Bu katta iki alan var biri kapalı diğeri açık. İntiharları önlemek için açık alanın her tarafını tel örgü ile kaplamışlar. Bu yükseklikten bakınca Paris ayaklarınızın altında muhteşem bir görüntü sergiliyor. İnsanda uçuyormuş hissi yaratıyor.
Oralara kadar gidip de bu kulenin tepesine çıkmamak olmaz. Çünkü inanılmaz bir manzara ve güzellik.
Eiffel Kulesi tepesinde yaklaşık 1 saat geçirdikten sonra aşağıya indim. Aslında bu kültür ve sanat merkezi olan bu kentte daha gezilecek çok yerler vardı ama zaman yoktu. Bir Louvre Müzesi bir Versailles Sarayı ve bahçelerine ancak uzaktan bakarak geçebildim. Sizler belki bu yazımı okurken ben yine büyüsüne kapıldığım kültür ve sanat zenginliği olan bu kentte olacağım ama bu sefer tamamen müzeleri ve sarayları dolaşmak için. Belki ileride bunları da yazarım.
Güneş yavaş yava
ş Paris�in üzerinde batmaya başlamıştı. Akşam için yapılacak bir program yoktu. Onun için Champs-Elysees�de dolaşmak daha cazip geldi. Burada dolaşırken binaların arasından bazen Eiffel gözüküyordu. Eiffel akşam saatlerinde muhteşem ışık gösterilerine sahne oluyordu. Bunu burada anlatmak mümkün değil görmek lazım.
Ertesi gün Disneyland�a gidilecek onun için otele döndükten sonra metro planı üzerinde nereden ve nasıl hareket edeceğimizi belirlemek için biraz çalışma yaptım. Euro Disney öyle iki saatte dolaşılacak bir yer değil sabah erkenden yola çıkacağım.
Saat 07.00�de yola koyulduk evet çocukların düşlerini süsleyen Disneyland�e gidiyorum yine her zamanki gibi metro ve treni kullanarak. 25 dakikalık bir yolculuktan sonra Disneyland�in kapısının önündeyiz.
Disneyland gibi bir yer bizim ülkemizde olsa herhalde bu kadar insan o kapılardan hiçbir izdiham olmadan geçemezdi ya da hala dışarıda kapıdan içeri girmek için sıra bekliyor olurdu. Çok güzel bir organizasyon ile insanlar hiçbir sıra beklemeden kolaylıkla içeri giriyor bu iş saniyeler sürüyor.
İçeri girdiğinizde Disneyland�ın büyülü atmosferi ile hemencecik kaynaşıyorsunuz. Sizi Miki�ler, Gufi�ler ve Donald Duck gibi masal kahramanları karşılıyor tabi bu arada ağzınız açık etrafı ve güzellikleri seyrediyorsunuz. Disneyland sadece çocuklar için değil galiba çünkü orada büyükler çocuktan daha çocuk oluyorlardı. Disneyland�ın yaratıcıları para harcamaktan kaçınmamışlar ve bu oranda da teknikten fazlasıyla yararlanmış ve harikalar yaratmışlar. Sizlere buradan Disneyland�i anlatmak oldukça zor. Gidip görüp yaşamak lazım.
Euro-Disney�e gideceklere küçük bir ip ucu vermek istiyorum. Burada bazı eğlence araçlarına binmek için biraz sıra oluyor (bir,iki saat kadar). Sırada beklemek istemiyorsanız bazı araçlar için FastPass adı verilen randevu sistemi var. Elinizdeki kartı makinaya sokup belirli bir saat için randevu alıyorsunuz ve o saatte gittiğinizde sıra beklemeden hemen içeri girebiliyorsunuz.
Disneyland�ın bir başka özelliğinde günde 3 büyük gösteri yapmaları. Sabah , öğlen ve kapanıştan önce. Akşam gösterisi muhteşem oluyor görülmeye değer.
Disneyland�de sabah 8�den akşam 23.30�a kadar çok güzel bir gün geçirdikten sonra tekrar aynı yol ile otele döndüm.
Benim Paris�e gideceklere bir tavsiyem olacak. Seçeceğiniz otelin metro istasyonuna yakın olmasına dikkat edin. Böylece ulaşım daha kolay oluyor.
Sabah erkenden yola çıkacağız. Yeni istikametimiz asillerin ve holiganların ülkesi üzerinde güneş batmayan İNGİLTERE !
Bir daha ki ay görüşmek ümidi ile.
Sevgi dolu yüreğinizde mutluluk sizinle olsun.