Evrensel Işık
Geçmişte Atlantis diye bir uygarlık varoldu mu? Mutlu sizi geçmişte gezdiriyor.
Belki de bu yazıda bazı cevaplar bulabilirsiniz…
Tüm ışık dostlarına ve amatör arkadaşlarıma merhaba.
Bugünün gerçeklerini daha iyi kavrayabilmek için geçmişe yönelttiğimiz
ışığımızı bu sefer Atlantis Uygarlığı üzerine tutacağız.
Daha önceki yazılarımı takip edenlerin de bileceği gibi,
bugün tartıştığımız bazı kavramların temelindeki gerçeklerin
geçmişe dayandığını görüyoruz. Bunun için Ezoterizm, Mu Uygarlığı ve
Sembolizm konularında yazdığım yazılara bu ay Atlantis ve sonrasını
eklemek istiyorum.
Yaşantımızı etkileyen görüş, sembol ve inanışların kökeninin aslında çok
daha eskilere dayandığından bahsetmiştik. Bu bilgilerin derinlerine
indiğimizde ise karşımıza çok sık bahsedilen fakat yazılı tarih içinde pek
yer almayan iki önemli uygarlığın varlığı ile karşılaşıyoruz; Mu ve Atlantis.
Her iki uygarlığa ait belge ve kanıtların ise gelişen teknoloji ile gün yüzüne
çıktığını görmekteyiz. Bu uygarlıklara ait bilgiler; Naacal Tabletleri’ndeki
yazılar, başta kahin Edgar Cayce olmak üzere pek çok kanalın aldığı
bilgiler ve teknolojik gelişmelerle yapılan jeolojik araştırmalardan
gelmektedir. Bunların bazılarına daha önceki yazılarımda bahsetmiştim.
Özellikle Edgar Cayce’nin ‘Okuma’ olarak nitelendirilen ve 10000 den fazla
kayıdı içeren tutanakları bugün A.R.E. Vakfı olarak bilinen kuruluşta
saklanmakta ve araştırmacılara açılmaktadır (http://www.are-cayce.com).
Edgar Cayce(1877-1945) bir medyum, bir şifacı olarak yaşadığı
dönemlerde ün kazanmıştı. Özellikle çok uzaklarda bulunan ve hiç görmediği
kişiler ile bir telefon konuşmasıyla, bulunduğu mekan, ruhsal durumu ve
sağlığı konusunda yüzde yüze varan oranlarda doğru tahminlerde
bulunmasıyla dikkatleri çekmişti. Cayce uzaktan şifa verme ve geleceği
görme konularında da resmi olarak ispatlanmış pekçok deneye katılmıştı.
Fakat Cayce asıl ününü okuma olarak nitelendirilen ve kişilerin geçmiş
yaşamlarını görme konularında yaptığı çalışmalarla yapmıştı. Cayce özellikle
tekrar doğuş ile bedenlenen insanların Atlantis dönemlerini sorgulamış ve
8000 kişi üzerinde bunu denemişti. Bu okumalardan, yani insanların
Atlantis döneminde yaşadıklarından elde edilen bulgular ile çok ses getiren
‘İnsanın Kaderi’ ve ‘Tufan Öncesi Atlantis’ adlı eserlerini yazmıştı. Bu eserler
Bilyay Vakfı tarafından da Türkçe’ye çevrilmiştir. Konuya merak duyanlar
daha ayrıntılı bilgileri bu kitaplarda bulabilirler. Şimdi benim bu kitaplardan
yaptığım bazı küçük saptamaları sizlerle paylaşmak istiyorum.
Atlantis, başlangıçta Mu’nun bir kolonisi iken teknolojik gelişmelerle
bağımsızlığını kazanarak bir imparatorluk haline gelmişti. Atlantis’in yeri
bugünkü Atlas Okyanusu’nun olduğu yer olarak belirtilmektedir. Özellikle
Bermuda, Bahama ve Azor adalarının Atlantis’in yüksek kalan kesimleri
olduğu söylenmektedir. Atlantis’in okumalara göre 200.000 yıl öncesinde
başlayan bir tarihi olduğu, birincisi bundan 50.000, ikincisi 28.000 yıl ve
sonuncusu da 10.600 yıl önce olmak üzere üç büyük tufan geçirdiği
anlaşılmıştır. Pekçok uygarlığın tarihinde ve mitolojide bahsi geçen bu son
tufandır. Son tufan ile birlikte Atlantis tamamiyle sulara gömülmüş, kaçanların
bir bölümü Tibet, bir bölümü ise bugünkü Mısır’a gelmişti. Zaten Atlantis
kelime anlamıyla inceleyecek olursak: ATL ve ANTE kelimelerinin
birleşimiyle oluşmuş olup, ATL=Su, ANTE=İndi anlamına gelir ve birlikte
‘suya inmiş, suya batmış’ olarak nitelendirilir. Sonundaki İS eki ise Platon
tarafından konulmuş ve sonunda ATLANTİS olarak kalmıştır.
Atlantis ve Mu döneminde 5 ayrı ırkın aynı anda yaratıldığından bahsedilir.
Bu ırklar değişik bölgelerde yaşamlarını sürdürmektedirler. Atlantis’lilerde
kızıl, Mu’lularda ise esmer ırkın hakim olduğu fakat daha sonra tüm ırkaların
birbiriyle karıştığı söylenmektedir. Atlantis’te yönetim aynen Mu’da olduğu
gibi bazı kutsal güçlere sahip rahiplerde olduğu bildirilmektedir. Rahiplerin
ilk başta Mu Kozmik Dinini öğrettiği fakat zamanla bundan uzaklaştığı ifade
edilmektedir. Rahipler güçlerini arttırmak için ana dini yozlaştırmayı kendi
çıkarlarına uygun bulmuşlardır. Tufanlara da neden olan güç savaşının Mu
dinini korumak isteyen Bir’in Oğulları ile gücü kendi amaçları doğrultusunda
kullanmak isteyen Belial’ın Oğulları arasında olduğu anlaşılmıştır. Sayıca
üstün olan Belial’ın Oğullarının bu savaştan galip çıkmış ve karanlık güçler
Atlantis’e egemen olmuştur. Savaş o kadar büyük boyutlu olmuştur ki fiziki
ve atmosferik dengeleri bozulan koca kıta deprem ve su baskınları ile sular
altına gömülmüştür. Bu yıkımdan kurtulmak isteyen bazı Atlantis’lilerin yerin
altına indiklerinden bahsedilir. Özellikle Cayce’nin okumalarından
edindiğimiz bilgiler ve Lobsang Rampa’nın kitaplarında da bahsi geçen iki
gruptan söz edilmektedir. Bunlar Bir’in Oğulları’nın devamı olan AGARTA ve
Belial’ın Oğullarının devamı olan ŞAMBALA dır. Her iki grubun ellerinde
bulunan bilgiler aynıydı ama kullanım alanları farklıydı. Yer altına yerleşen iki
ayrı grup çalışmalarını buralarda sürdürdüler. Agarta birçok inisiyeyi ve
peygamberleri özel yerlerde eğitti. Ezoterik bilgilerin yok olmaması için
inisiyatik merkezler kurulmasına yardımcı oldular. Şambala ise dünya
üzerinde yaşayan insanların bilgiden uzaklaşması için çeşitli faaliyetlere
girişti. Dünya üzerinde yaşayan bazı insanlarla temasa geçerek, onları kendi
felsefeleri doğrultusunda eğittiler. Bunların başında da tarihte kanlı sayfalar
açan Adolf Hitler gelmektedir. Bu grubun tek amacı vardı: İnsanları Ezoterik
Bilgilerden uzak tutmak. Bu gruba ‘Kara Tarikat’ denilmektedir ve üyeleri
dünyada önemli güç noktalarını ele geçirmiştir. Halen dünya üzerinde devam
eden çıkar savaşlarında ve büyük güçlerin arkasında bu mücadele vardır.
İnsanlığın bilgi ve düşünce gücü olarak gerilediği dönemlerin artık sonuna
gelindiği söylenmektedir. Yani dünya üzerinde Şambala etkisinin azaldığı ve
Agarta, Mu kültürünün tekrar yükselişe geçtiği bir süreci yaşamaktayız.
Atlantis’ten bugünlere nasıl geldiğimizi araştırırken bazı çarpıcı gerçeklerle
karşılaştık. Bu konulara başka yazılarımda detaylı olarak tekrar değineceğim
fakat Atlantis’ten günümüze daha başka nelerin kaldığını ve neleri
etkilediğine devam etmek istiyorum.
Naacal tabletlerinin ikisinde Atlantis Uygarlığının gerilediği dönemlerde,
yani dinin yozlaştığı dönemlerde ortaya çıkan bir dehanın varlığından söz
edilir. Günümüzden 22.000 yıl önce ortaya çıkan bu değerli kişi Osiris’tir.
Osiris genç yaşında Atlantis’i terk ederek Mu’ya gitmiş ve buradaki ‘Bil
gelik
Okulları’ndan birine girerek üstad rahip ünvanını almıştır. Daha sonra
Atlantis’e geri dönerek yozlaşmaya başlayan dine karşı büyük bir savaş
başlatmıştır. Halkın da büyük desteğini alarak büyük reformlar yapmış ve
ölene kadar yaptığı çalışmalar ile Atlantis’I eski parlak günlarine geri
döndürmüştür. Öldükten sonra onu takip eden rahip kardeşler anısına,
yaydığı dine ‘Osiris Dini’ adını vermişlerdir. Osiris adı Mısır tanrıları arasında
da geçmektedir. U adın Hermes(Toth) tarafından Mısır’a getirildiği fakat
zaman içersinde bu saf dinin yozlaşması nedeniyle Osirisi’in de ilkel
tanrılardan birine dönüştüğü sanılmaktadır. Mısır tanrı panteonunda adı
daima Osiris ile anılan İsis, aynı tanrının dişil ifadesi, her ikisinin oğulları
olan Horus’da kutsal kelamın ifadesidir. Hermes de, Osiris ve İsis gibi bir
süre sonra tanrısallaştırılmıştır. Kendisine 3 defa büyük anlamına gelen
‘trimejist’ sıfatını yakıştırmışlardır. Mısır’da Osiris Dininin devamını yani
bugünkü büyük Mısır kültürünün temelini atan Hermes hem rahip, hem kral,
hem de din kurucusu olarak kabul edilmiştir. Günümüzden 16.000 yıl önce
Mısır’da yaşayan Hermes, Osiris ekolünün devamını Nil deltasında kurmuştur.
Hermes kurduğu okullar ve kutsal yerler ile dini yaymış ve günümüzden
5.000 yıl öncesine firavun Menes dönemine kadar Mısır medeniyetini
etkilemiştir.
Görüldüğü gibi Mu’nun ışığını Atlantis, Atlantis’in ışığını Mısır devir almıştır.
Bazı önemli kişilerin gayreti ile kimi zaman yükselen, kimi zaman azalan
bu bilgi ışığı çeşitli etkileşimlerle günümüze kadar gelebilmiştir. Çünkü IŞIK
sonsuza kadar yolculuğunu sürdürür, çünkü IŞIK EVRENSEL dir. Işığın
evrensel yolculuğuna daha sonraki yazılarımda devam edeceğim.
Dizinin sonunda ise kendi yorumlarımı da katarak, bildiğimiz (veya
bildiğimizi sandığımız) bilgileri birleştirip bir uygarlık tarihi tablosu
yapmaya çalışacağım.
Atlantis’ten çok bahsettik ve onun önemli bir uygarlık olduğunu söyledik.
Niçin bu uygarlık önemliydi? Eski yazıtlardan ve Cayce’nin okumalarından
elde ettiğimiz bilgiler aslında çok şaşırtıcıdır. Günümüze elle tutulur çok az
şey kalmış olan bu uygarlıkların teknolojik yönden çok ilerlemiş olduğunu
öğreniyoruz. Örneğin kristalleri çok yoğun kullanan Mu ve Atlantis’lilerin pek
çok şeyi onlarla yaptıklarını anlıyoruz. Telepati ve düşünce güçlerini kristaller
ile yoğunlaştırıp belli bir noktaya toplayabilen ve özellikle rahiplerin elinde
olan bu güçler kimi zaman iyi, kimi zamansa kötü niyetle kullanılmıştır.
Bugünkü atom gücünün kullanımına benzeyen fakat çok daha güçlü olan
bu enerji kullanımı koca bir kıtanın batmasına neden olmuştur. İyi ve kötü
rahipler arasındaki savaşta dünyanın etrafındaki aydan büyük bir gezegenin
dahi bu güçlerle yok edildiğinden bahsedilmektedir. Kristaller büyük hava
gemilerinin de enerji kaynaklarıydı. Başka bir enerji kaynağına ihtiyaç
olmadan bu gemilere kristallerden elde edilen güçle kumanda edildiği
ve bu sayede gezegenler arası yolculuklar yapıldığından bahsedilir.
Kristaller bilgi depolama ve şifa amacıyla da kullanılmaktaydı. Özellikle
saf kuartz kristallerinin bu özellikler sahip olduğunu bugünkü teknoloji ile
de kanıtlanmıştır. Günümüz şifacılarının tamamı bu kristalleri kullanmaktadır.
IBM firmasının laboratuarlarında ise çok küçük kristallere binlerce GB
bilgi depolayabilecek bir teknolojinin yapıldığını geçenlerde öğrendik.
Bilgi teknolojisinde devrimler yaratabilecek bu buluşların yeni mi yoksa
eski bilinenleri hatırlama mı olduğunu sürekli kendimize sormalıyız. Eğer
öyleyse yakında kristalleri daha etkin kullanabilir ve büyük ve saf bir enerji
kaynağına kavuşabiliriz. İnsanoğlunun düştüğü hatalara tekrar düşülmezse
bu sefere güç doğru kullanılabilir. Çünkü baktığımızda geçmiş büyük
uygarlıkların yükselmesinde ve batmasında yatan temel gücün teknolojiden
kaynaklandığını görmekteyiz.
Son olarak kristaller hakkında dünyada bulunan 14 antik kristal kafatasından
bahsetmek istiyorum. Şu anda paha biçilemeyen bu kafataslarından
bazılarını bugünkü teknolojinin bile yapamayacağı söyleniyor. Yaşlarının
onbinlerce yıl eskiye dayandığı söylenen bu kafataslarından bazıları dünyanın
önemli müzelerinde sergilenmektedir. Kafataslarının niçin yapıldığını kimse
izah edememektedir. Yalnız bunlardan çok büyük bir enerji yayıldığı ve eline
alanlarda değişik güçlerin ortaya çıktığı ve bazı olayları hissettikleri söylenir.
Çünkü kristallerin en büyük özelliklerinden bir tanesi de geçmişe ait birçok
bilgiyi saklayabilme yeteneğidir. Belki de bizlere büyük bir uygarlığın varlığını
hatırlatan bu değerli miraslar hakkında gerçekten düşünmeye değecek çok
şey var.
Aşağıda bu konuyla ilgilenecek arkadaşlar için Internet üzerinden bulduğum
adreslerin linklerini veriyorum. Özellikle ilk adreste çok güzel resimler var.
http://www.crystalskullsociety.org/
http://cristalweb.com/ethno/skull.html
http://www.m-m.org/~jz/sphinxg.html
Gelecek ay tekrar buluşana kadar, uygarlık ışığımızın her zaman
parlaması dileğiyle,
Sevgi ışığınız aydınlığınız olsun.
Yazan: Mutlu Payaslıoğlu