Nuh'un Gemisinin Çözülemeyen Esrarı
Haziran 1988 tarihinde Milliyet gazetesinde  
 Tarık Dursun K. tarafından yayınlanmış bir yazı. 
 Oldukça ilginç.   GEMİ PEŞİNDE BİR AY FATİHİ…
 1972 yılının Temmuz ayında NASA bir jeoloji uydusunu uzaya gönderiyordu. 
 Amaç, dünyamızın doğal kaynaklarının yerlerini saptamaktı. Uydu, dünya çevresinde yörünge çizerken bu arada Nuh'un gemisinin de fotoğraflarını 
 çekti. Uzaktan ve "sensing" yöntemiyle dünyaya bilgiler iletti. Bu bilgiler 
 video kasetlere geçirildi, filmin negatifi yapıldı ve sonra fotoğrafa aktarıldı.
 Bu türdeki verilerin toplandığı merkez, ABD'nin Güney Dakota eyaletindeki 
 Arrow kentindedir. Burada her türlü koşul, denetim altına alınmıştır; sıcaklık, 
 nem vb. olgular bunlar arasındadır.
 Ağrı Dağı'nın uzaydan ve 520 mil (836 km) yükseklikten çekilmiş fotoğrafında gemi pek görülmemektedir. Uzmanlar net bir görünüm sağlamak için bir başka yöntem uygulamaktadırlar. Bu, bilgisayar 
 aracılığında görüntü analizi yöntemidir.
 Görüntü önce büyütülür ve bu yolla dağ ve çevresi ortaya çıkar. Görgü tanıklarının gemiyi gördüklerini söyledikleri bölge daha da büyütülür, bir 
 dikdörtgen işaret konur. Büyütme işlemi, bu kez 6 kareye çıkarılır; sonuç, 
 "blocking büyütme"dir. Her kare 'piksel-resim elementi' bir alanı göstermektedir. Dikdörtgen küçültülüp bir piksel boyuna getirilir ve karelerden birinin içine konur. Bilgisayara, bu kare ile aynı yansıtma yapısı olan başka kareler sorulur. Aynı olanlar için yeşil işaret verilecektir.
 İlk bakıldığında çevredeki genel alana benzer yansımalar hemen kendini 
 gösterecektir. İşaret, sonra, görgü tanıklarının tanımladıkları yere alınır. 
 Bilgisayar, dağın bu bir tek noktasında yeşil işaret vermeye başlar.
 "Bu şimdi bize neyi göstermektedir?" 
 "Bu alanda özel  reflektivite'yi gösteren tek piksel in bu olduğunu…" 
 "Yani, Ağrı Dağı ve dolaylarında bu özel reflektif yapıya sahip başka 
 hiçbir şey yok, öyle mi?" 
 "Evet öyle!" 
 "Acaba… Bu, Nuh'un gemisi olabilir mi?" 
 "Bir varsayımdır, fakat yadsınamaz bir varsayımdır!"
 Evet, bilgisayar ve uydu verileri geminin muhtemel yerini gösteriyor bize. 
 Ama geminin kesinlikle orada olduğunu da kanıtlayamıyor. Bu nedenle 
 hikayenin önü ve ardı bir türlü alınamıyor. Nuh'un gemisini arayıp bulma 
 tutkunları, her yıl Türkiye'ye ve Ağrı Dağı'na yeni seferler düzenliyorlar. 
 İçleri hepsinin de umut doludur. Büyük bir çoşku içinde, yürekleri çarparak 
 Ağrı'nın her türlü düşman koşullarını göze alıp doruğa doğru tırmanıyorlar.
 Her ulustan ve her uğraştan bu tutkulu serüvencilerin tek bir amacı vardır; 
 Nuh'un gemisini bulmak ve kutsal kitapların yazdıklarının gerçek olduğunu 
 kanıtlamak!
 Bilindiği gibi, ilk çağlardan bu yana kutsal yapılar belli bir geometrik düzene uygunluk göstererek yapılmaktadır. Bu yapısal geometri yasaları, 
 bugün de birçok tapınak ya da ibadethanede geçerliliğini korumaktadır.
 Kutsal kitaplardan "Tevart"ın bir çok yerinde, yapıların tanımlamalarıyla 
 ilgili son derece ayrıntılı bilgiler verilir. Bilgilerin içerdiği tanımlamalar, fiziksel deneyimleri kapsar. Bunlar, eski bir Musevi sanatı olan "Gematria"dan ya da sayı sembolizmasından gelmektedir. Boyutların saptanması, daha çok Tanrı'dan geldiği savunulan bilgilerle ortaya çıkarılmıştır. Nuh'un gemisinin yapımına ilişkin bilgiler bunlar arasındadır. Gemi; 300 arşın uzunluğunda, 50 arşın genişliğinde ve 30 arşın yüksekliğinde yapılmıştır.
 Eski kaynaklara göre, Nuh'un gemisi, üç kata bölünmüştür ve her bir kat on 
 bir bölüme ayrılmıştı. Bu hesaplama, bize kutsal sayı olan (altın oran) 33'ü 
 vermektedir.
 Geminin ölçüleri, gerçekte dünyanın ölçüleridir ve tümü de kronolojik 
 olarak İbrani tarihinde yer almaktadır.
 Tartışmalarla araştırmalar birbirini izleyedursun, Türkiye, 1974 yılında Ağrı 
 dağı ve çevresini yasak bölge ilan etti. 1982 yılından bu yana da (Antrak 
 notu: yazının yayın tarihi 1988 dir!!) çok uzun bürokratik işlemlere bağlı  
 olmak koşuluyla, Ağrı Dağı'nda araştırma yapmak isteyen ya da yalnızca  
 "dağcılık" amacıyla dağa çıkmak için başvuranlara izin veriliyordu.
 Yasak kalktıktan sonra Ağrı'ya çıkma iznini almayı başaran ilk kişi; ünlü 
 Birleşik Amerikalı uzay adamı (astronot) James Benson Irwin oldu. 
 Irwin, 1982 ve 1983 yıllarında yaptığı, ama olumlu bir sonuç alamadığı 
 denemelerinin üçüncüsüne, 1984 yılının Ağustos ayında başladı yeniden. 
 Grubu yirmi kişiden oluşuyordu ve içlerinde Irwin'in damadı da vardı.
  
 
 "Apollo 15" uzay aracıyla aya giden ve ay toprağından örnekler getirerek 
 olağanüstü bir ün kazanan Irwin, ABD'de kurulmuş "High Flight Foundation"ın da başkanıydı. Irwin, (resimde sağ başta) aya gidip  
 geldikten sonra birdenbire koyu ve "dini bütün bir Hıristiyan" 
 kesilivermişti. Nuh'un gemisinin Tanrı'nın insan kullarının doğru yoldan ayrılmaması için var ettiği olayların en büyük kanıtı olduğuna inanıyordu.
"Tanrı'ya ve kutsal kitaba ne kadar inanıyorsam, bu kutsal geminin varlığına da en az o kadar inanıyorum" diyordu. Irwin'e göre, bu kutsal emanet, Ağrı Dağı'nın buzulları altında yatıyordu hâlâ. Yanı sıra, Ağrı Dağı'nın doruklarında dolaşmak Irwin'e "huzur" veriyor ve kendisini "Tanrı'ya yakın" hissediyordu.
Irwin'in başkanı olduğu kuruluş, sürekli bu temayı işliyor, ülke içindeki milyonlarca "inanmış" Amerikalı da "sayın başkan"ın kuruluşuna "araştırmalarına bir katkı" olur umuduyla yine milyonlarca dolar bağış akıtıyorlardı. Irwin, işte bu "neden"le de kendini Nuh'un gemisini bulmakla yükümlü sayıyordu:
 "İnsanlar, bunu benden insanlık için gerçekleştirilemezmiş gibi 
 görünen bir olayı, ayda dolaşan bir kişi olarak istiyorlar. Tanrı'nın 
 yardımıyla bu işin üstesinden geleceğiz."
 Uluslararası Araştırmalar Grubu'nun Başkanı Marwin Steffins de 
 Nuh'un gemisinin peşinde koşanlardandı; ama, Irwin gibi olguya "kutsallık" açısından bakmıyordu. 1984 yılının Ağustos ayında (o yılın o ayı son derece hareketli geçmiş, günlerce gazetelerin birinci sayfalarından Nuh'un gemisi haberleri eksilmemişti) Marwin Steffins, Ankara'da, eski politikacılarımızdan Kasım Gülek'in evinde bir basın toplantısı
yaptı ve küçük naylon torbalar içine koyduğu "toprak", küçük "taş" ve koyu renkteki (maden mi, tahtadan mı olduğu pek belli değildi) birkaç "parça şey"i gazetecilere gösterdi.
Bunlar aracılığında Nuh'un gemisi bulunmuş muydu, kanıtlar bunlar mıydı?
 "Kesin konuşacak durumda değilim," dedi. "Ben bir araştırmacıyım, 
 arkeolog değil…"
 Steffins, ayrıca kızına çizdirdiği bir krokide Nuh'un gemisinin bulunduğu yer 
 olarak Ağrı'nın güney kanadını saptıyordu. Steffins'e göre 1585 metre yükseklikte gemiye benzer bir arazi yapısı bulmuşlardı. Birinci kanıt Ağrı 
 Dağı, ikincisi arazinin gemi biçiminde oluşuydu. Üçüncü kanıt, ölçülerinin 
 kutsal kitaplarda verilen ölçülere tıpatıp uygunluğuydu.
 Marwin Steffins, 25 Ağustos 1984 günü, Ankara'da bunları anlatırken,  
 astronot Irwin de Ağrı'nın 5 bin 165 metre yükseklikteki doruğuna 
 tırmanmaya çalışıyordu.
 Steffins'in 1585 metre yükseklikte bir takım bulgular topladığını ileri sürmesine karşılık, 4 bin metrenin çok üstünde bir tırmanmayı başaran 
 astronot Irwin, inişte herkesi düş kırıklığına uğratacaktı.
 "Ağrı'nın tepesine çıktık, fakat Nuh'un gemisine ait herhangi bir ize, 
 bir görüntüye ya da kalıntıya rastlamadık. Sıcak bir yaz günün de, 
 pırıl pırıl gök altında bile tek bir belirtiye rastgelmeyişimiz, bizi çok 
 şaşırttı. Hiçbir şey bulamadık, bu nedenle de Türk makamlarına 
 teslim edeceğimiz bir şey yoktur…"
 Bir gün sonrasında çok ilginç bir olay daha oldu: Amerikalı araştırmacı 
 Steffins, basın toplantısını yapmış, sonra ansızın ortalıktan yok oluvermişti. 
 Konuk kaldığı politikacı Kasım Gülek'in evi kapalıydı ve telefon da tele-sekretere bağlanmıştı. Kısa sürede durum anlaşıldı: Steffins, 
 bulduğunu ileri sürdüğü Nuh'un gemisinin değerli "parçaları"yla birlikte 
 Amerika'ya uçmuş, gitmişti…
Bu, olabilir miydi? Böylesine değerli "parçalar"ın yurt dışına çıkarılabilmesi, Türk yetkililerinin iznine bağlı değil miydi?
 Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Taşçıoğlu, olayı küçümsemediğini 
 açıkladı."Ama" diye ekledi. "Eğer bulunan parçalar izinsiz çıkarıldıysa, bundan Türkiye'nin çok önemli bir kaybı yoktur. Bu konu dünyanın gözünü bize çevirdi, bizim yararımızadır…"
 Bakanın dedikleri şaşırtıcıydı elbette. En az onunki kadar bir başka şaşırtıcı demeç eski Emniyet Genel Müdürü (1988 tarihinde Ankara Valisi olarak görevde idi) Bedük'ten geldi: Olay, soruşturuluyordu, gerek Irwin ile arkadaşları, gerekse Steffins'le ekibi "sportif amaç" için izin almışlardı. Bedük: "Bunu dışında yaptıkları araştırmalar yasal değildir, 
 olayı izliyoruz." dedi.
 Bu arada bir başka olay gazetelere yansıdı: Steffins'i evinde konuk eden 
 ve yine ona evinde bir basın toplantısı yaptıran eski politikacımız Gülek, 
 durup dururken (ne rastlantı, ne rastlantı), Amerika'ya uçmuştu!
 Olaylar dizisi bu kadarla da kalmadı. O güne dek Ağrı'ya beş-altı kez 
 çıkmış İngiliz Doktor Barry Burbett, aynı günlerde Kup Gölü yöresinde 
 yaralı ve kendinden geçmiş olarak bulunuyordu. "Fail" ya da "failler" 
 meçhuldü tabii. Doktor Burbett konuşmadığı gibi fotoğrafının çekilmesine 
 de karşı çıktı ve İngiltere'den getirtilen bir ambülans uçağıyla apar topar 
 Londra'ya götürüldü.
Burbett'in doktorluğu mu? Barry Burbett aslında tıp değil, ruh doktoruydu.
 Harita Albayı İlhan Durupınar, 1959 yılında Doğubeyazıt yöresinin 
 haritasını çıkartmakla görevlendirildiği sırada 34 yaşında bir yüzbaşıydı. 
 Harita Genel Müdürlüğü'nün bu isteğini yerine getirirken çektiği arazi  
 fotoğraflarının birinde (Ağrı Dağı'yla ilgili olanında tabii) "gemi"ye benzer 
 bir şekil de yer almıştı. Dönüşte "fotoğrametri" ile yapılan değerlendirmede bunun "karaya oturmuş bir gemi"ye çok, ama çok benzeyen bir şekilde olduğu ortaya çıkıyordu. 
  
 
 "Bir gün, Amerika'dan bir heyet çıkageldi," diye anlatıyordu. Durupınar 
 heyetin çıkagelme nedenini, Durupınar'ın çektiği fotoğrafın yetkililerin izniyle ABD'deki "Colombus Evening Dispatch" dergisinde yayınlanmasıydı.
 Steffins ile birlikte tırmanan arkadaşı Ron Wyatt'a göre, Nuh'un gemisinin 
 yeri kesinlikle bulunmuştu artık.
 "…Nuh'un gemisine ait, gemiden ve gövdeden çok eskimiş ve  
 okside olmuş tahta parçalarıyla gemi omurgasındaki ana tahtaları 
 birleştiren metal parçaları ben çıkardım. Bu parçaların Nuh'un  
 gemisine ait olduğundan kuşkum yok. Tahliller de zaten bunu 
 doğrulayacak."
 Aynı günlerde, bu kez yeniden Türkiye'de ve İstanbul'da ortaya çıkan 
 Steffıns arkadaşı Wyatt'ı söyledikleriyle düpedüz yalanlıyordu:
 "Bi, hiç bir zaman Nuh'un gemisini bulduğumuzu ileri sürmedik. 
 Araştırma yapma iznimiz var, kazı iznimiz yok. Bu nedenle yalnız az 
 miktarda toprak aldık. Bunları incelemek istiyoruz. Türkiye'de incelenebilecekse bundan sevinç duyarız."
 Yine tam o sırada Türkiye'nin Kültür ve Turizm Bakanı Taşçıoğlu da "iş"e 
 karışıyor ve yaptığı bir açıklamada; yabancı araştırmacıların bunca yoğun 
 faaliyetlerini "ABD'deki mezheplerle, dağcılıkla ya da Sovyetler'in 
 gözlenmesi ile" ilgili olabileceğini söylüyordu.
 Eski politikacı Gülek de boş durmuyordu tabii… New York'ta nice sonra 
 basının karşısına çıkacak ve "Allah'ın kitabı yanlış olamaz. Uydurma 
 yazmaz. Nuh'un gemisinin Ağrı'da olduğuna inanıyorum" diyecektir.
Önümüzdeki ay: Ağrı'da mı? Cudi'de mi?

 
																			 
																			 
																			 
																			 
																			 
																			 
																			 
																			 
																			 
																			 
																			