Yaşlı Bir Amatör Telsizcinin Anıları
Başkalarının anıları bazen çok okunur, bazen da öyle sıkıcıdır ki, tuvalet kağıdına basıp umumi tuvaletlerin tamamına bedava dağıtsanız kimse k…nı silmez. Bakalım bu benim yazdıklarım hangi gruba girecek.
Edebiyatta başarılı olmanın kurallarından biri de, eğer anı yazısı veya kitabı yazacaksanız yıllar boyu her ilginç gelen her olayı not etmeniz, daha da iyisi günlük tutmanız. Tabi ki ben de ne bir günlük var, ne de tuttuğum notlar. Dolayısıyla anı yazmaya kalkmam, benim gibi kısa dönem hafıza özürlüsü biri için oldukça cesaret isteyen bir iş. Ama bir de iyi yanından bakın, en azından arkamda yazılı delil bırakmamış oldum. Az önce duşta anılarımı yazmak aklıma gelene kadar böyleydi en azından. Aslında Antrak’ın gayri resmi tarihi fikrinden ilham almadım denilemez, ancak bu benim yazdıklarım daha farklı olacak (umarım).
Fiziksel yaşım fazla olmamakla birlikte (bu şu andaki bakış açım tabiî ki, 6 – 7 yaşlarındayken 40 yaşında birisi bir ayağı çukurda gibi gelirdi) şöyle bir geriye bakınca 20 yıldan fazladır amatör radyo hobim olduğunu düşünürsek, amatör telsizcilik yaşım dikkate değer sayılabilir.
Haydi Başlayalım
Her şey üniversitenin 3. senesinde (3. sınıfında değil) babamı CB (halk bandı telsiz) almaya ikna etmem ile başladı denilebilir. O güne kadar bir iki küçük devre (fm verici, çalışmayan bir flip-flop devresi, çalışmayan bir stereo amplifikatör, bir iki ufak tefek ıvır zıvır devre) yapmıştım tabi ama konuya olan merakımdaki sıçrama bu CB cihazıyla oldu. Şimdilerde Kars milletvekili olan üniversite sınıf arkadaşım Selami Yiğit’in babasının beyaz eşya satan mağazalarından taksitle bir CB telsiz cihazı ve bir de CB için oto anteni aldık (evde kullanmak için). Hiç unutmam evdeki oyuncak tren adaptörü ile bu CB cihazını çalıştırabileceğimi düşündüğüm için adaptörünü almamıştım. Ertesi gün gidip adaptörü de aldık tabi.
CB bana çok şey öğretti. Öncelikle antenler hakkında pek çok deneyimim oldu. Evde çalışması mucize olacak bir oto antenini çatıya uygun şekilde kurup yurt dışı ile bile görüşünce Amatör Telsizcilik zehrini almış oldum. Çoğu ile hala görüştüğüm iyi arkadaşlıklar edindiğim bir dönemdi. Cenk ile beraber Tunç’la (TA2P) tanıştığımız günü şimdi bile oldukça iyi hatırlıyorum mesela. Tunç tuğladan hallice 23 kanallı bir el telsizi ile (yaklaşık 2 metre boyunda tam açık teleskobik anteni vardı) Emek’ten (Ankara) Bahçelievler son duraktaki parka kadar bizle sohbet ederek gelmişti. “E ne var bunda?” demeyin. 80’li yıllarda telsiz bir tabuydu. Sadece kamu görevlileri taşıyabilirdi bu aletleri. Bu nedenle elinizde bir el telsizi varsa karizmanız inanılmaz olurdu (90’lı yıllarda ise böyle bir şey kalmadı).
Bir gün adını duyup durduğum, Erhan’ın (TA2DW) ve Tunç’unsa uzun süredir devam ettikleri ANTRAK binasına gitme fırsatım oldu. Bu ilk bina Tahir (TA2T) ağabeyin eski bürosundan bozma, Tunus caddesinin köşesinde şimdiki BDDK o zamanki İş Bankası Merkez Binası olan gökdelenin arkasında, büyük bölümü kot altında, iki katı kot üstünde kalan bir yerdi. Kulüp lokali üst kattaydı. Çatıda inverted V 14 – 7 Mhz frekanslarına uygun çekili, batı yönüne dönük bir anteni vardı (laf arasında modaya o zamandan uymuş ve yüzünü batıya dönmüştü Antrak).
Lokal’de Göktay (TA2R) ağabey ile karşılaştık. Kulüp lokalinin ve kulübün her şeyi oydu
(Başkanı, açanı, kapatanı, söylenerek bulaşıkları yıkayanı, sobayı yakanı, çayı demleyeni). Hala efsanevi şekilde sıkıştırılmış talaşa gaz ve mazot karışımını emdirerek ısınma işini nasıl hallettiği anlatılır.
Göktay ağabey o güne kadar gördüğüm en hoşsohbet insanlardan biriydi. Zaten kulübe gelenler de benim gibi düşünüyor olacak ki ortaya bir “enik” atılır ve keyifle Göktay ağabeyin anlattıkları dinlenirdi. Doğrusu o kadar güzel konuşurdu ki onları aktarabilmek için günlük ve notlardan öte bir ses kayıt cihazını alıp kaydetmek lazımmış). Son 3-4 seneden beri kendisine “yahu abi yazsana şu Antrak tarihini” demem nedense işe yaramadı ama neyse ki Ahmet (TA2CIP) ağabey Antrak’ın gayrı resmi tarihini yazma işini üstüne aldı da dilimdeki tüylerin uzaması durdu.
Neyse biz dönelim anılarıma.
İlk Deneyim!
İlk amatör telsiz QSO’mu (telsiz ile görüşme) Antrak’ın bu lokalinde yapmıştım. Hurdadan bulunup alınmış Motorola bir cihazdı. 14 ve 7 Mhz frekanslarında çalışırdı. Tasarımı profesyonel kullanıma uygun olarak belli frekanslarda çalışacak şekilde yapılmıştı. Ancak, bir vfo (değiştirilebilir frekans üreticisi) ve frekans sayıcı eklemesi ile cihaz 14 ve 7 Mhz amatör bandlarını kapsayacak şekilde çalışabiliyordu. Bir tek sorun, vfo çıkışını okuyan frekans sayıcının altına veya üstüne (tam olarak hatırlamıyorum – ahh insan bir günlük tutmaz mı madem anı yazacaktın?) IF frekansını eklemek gerekiyordu.
Bu müthiş cihaz üzerinden dünyanın her yerindeki amatörlerle konuşmak mümkündü. Şimdiki SkypeTM nesli için fazla bir şey ifade etmese de hayal edebilmeleri için ben amatör telsizle tanışmadan fazla değil “5-6 yıl öncesine kadar telefon almak için yıllarca beklenir, emlâkçı ofislerinin pencerelerinde ev telefonlarını hatırı sayılır bir miktar para karşılığı devredeceklerin ilanları asılırdı” örneğini vereyim.
Amatör telsizciliğin CB ile yurtdışı görüşmeleri yaparken alıştığım jargonu vardı. Ama bu jargonun bende en fazla iz bırakan kısmına değinmeden geçemeyeceğim. “CQ“. CQ İngilizce’de harflerin arka arkaya hızlı telaffuz edilmesiyle “seek you” yani “seni arıyorum” halini alıyordu. Gerçi ben bir zamanlar bunu “sekuuuu sekuu” şeklinde söylüyordum ama önemli olan da bu değildi. Çağrının arkasından verdiğim Antrak kulübü çağrı işareti olan TA2KA duyulur duyulmaz frekansta bir kargaşa bir patırtı kopardı (pile up – sözlükte “servet, katlı yığmak, tüy, yük, katlı yığın, kuştüyü, kat, atom reaktörü, küme, ince tüy, hidroelektrik, kırık dökük şey, kazık, basur memesi, büyük ve muhteşem yapı, temel kazığı, isti.” Olarak geçiyor ama dedim ya amatör telsizciliğin farklı bir jargonu var ve Pile Up (paylap) bu jargona göre: sizi duyan amatörlerin frekansa yığılıp sizi çaresizce çağırmaları anlamına geliyor- yalnız basur memesi olduğunu bilmiyordum daha önce, ona ayrıca koptum) ki sormayın.
O zamanlar Türkiye’de amatör telsizciliğe izin verileli 2 – 3 sene olmuştu ama hala dünyadaki pek çok amatör Türkiye’den birileriyle QSO yapmamış olduklarından bir oturuşta ağzınız kuruyana kadar 40-50 görüşme yapmanız işten değildi.
İlk QSO yapmaya başladığımda her yerimin (sesim de
dâhil) titrediğini hatırlıyorum. Düşünsenize çağrı yapacaksınız ve dünyanın batısından ya da uzak doğusundan bir amatör size cevap verecek ve masada duran konuşma şablonuna göre ona adınızı, yerinizi (QTH) cihazınızı, anteninizi, çıkış gücünüzü, vereceksiniz. Diliniz dönerse Antrak kulübü istasyonundan konuştuğunuzu söyleyip karşılıklı QSL değişim adreslerinizi de alıp “direkt gönder haaaa, QSL bürosu ile yollarsan geç ulaşır” diye de hatırlatıp bir sonraki Rus (o zamanlar Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği diye bir ülke vardı kuzey ve kuzey doğumuzda) amatör telsizci ile görüşüyordunuz (Rus mu? İyi de paragraf başında dünyanın batısı, uzak doğusu dememiş miydim?). Ne de olsa yakın komşumuz her ne nedenledir hala kavrayamamış olmakla birlikte ABD’den sonra en fazla amatör telsizci nüfusuna sahipti ve de komşumuzdu işte. Genellikle kıt bir İngilizceyle de konuşsam klişe dışında birkaç soru sorduğumda “Gerçekten telsizini kendin mi yaptın? Kaç metre anten kablon var, gerçekten 100 Watt çıkışı olan bir cihazla mı konuşuyorsun? Sesin yan odadan geliyor gibi de.” şeklinde sorular sorduğumda, aldığım cevap genellikle aynı olurdu. “Kusura bakma, benim İngilizce az”. Hala anlayamadığım şeylerden biri de aynı dönemlerde “CB (Halk Bandı) telsizlerde hiç sesi duyulmayan SSCB vatandaşlarının nasıl bu kadar amatör telsizcisi olduğuydu?” J
Aslında bu ilk kulüp lokalinde fazla bir anım olmadı ama, o zamanlar Tunus caddesinde kulüp önüne caddeye park edilebiliyordu ve sokakta iki yönlü trafik vardı. Bir de yolun karşısında bir büfede oldukça iyi sosisli sandviç yaparlardı diye hatırlıyorum.
İşte böyle, bu anıları okuyan olursa ben de yazmaya devam ederim.
Kalın sağlıcakla.
Burçak ÇUBUKÇU
TA2EE