Bir Amatörün Avrupa İzlenimleri
Başlığı "Bir Dinazorun Anıları" kitabının başlığını anımsatsa da bu yazı dizisinde bulacaklarınız oldukça keyifli kaçırmayın! Efendim herkese öncelikle merhaba; Diyeceksiniz ki bize ne senin Avrupa izlenimlerinden ya da yahu böyle bir yazının burada işine dediğinizi duyar gibi oluyorum.
Ama olsun ben de biraz katkıda bulunayım deyip çorbaya biraz da ben tuz ilave etmek istedim.
Gelelim şu meşhur Avrupaya, yahu nesi meşhur bunların ben bir türlü anlayamadım. Bir de adamlar bizi AB�ye almamak için ellerinden geleni ardlarına koymadıkları gibi bizim vatandaşlarımıza etmedikleri de kalmıyor hani. Haa bazılarımızda hak etmiyor değiliz ya neyse burası tartışma götürür onun için fazla derine inmek istemiyorum .
Efendim Temmuz ayında yıllık iznimi bu sefer canım memleketimim güney kıyılarında geçirmeyeyim deyip düştüm Avrupa yollarına; ah ah düşmez olaydım. Daha Macaristan�a ayağımızın tozuyla yeni inmiştik ki grubumuzda bir aileyi içeri sokmadılar, neymiş çocuğun vizesi alınmamışmış peki bu ellerindeki bu kağıtlar ne ola bunları Macaristan elçiliği yerine bakkal Peyyami�mi verdi. Ama nasıl oraya telefon buraya alo sonra iş 120 ABD dolarına oluverdi, nasıl mı! Orasını oradaki gümrükçülere sormak lazım.
Ama bu sorundan dolayı ülkenin hakkını yememek lazım .İnanın muhteşem bir ülke, yani Osmanlının yıllarca orada neden konuşlandığını görünce anladım.
Bu ülkede güzel iki günüm geçti ve ben kepçe Budapeşte kazan gezmedik yerini bırakmadım.
Gezimin diğer kısımlarına geçmek için Macaristandan ayrıldım ve Avusturya üzerinden iki kere benzin almak şartıyla mola verdikten sonra doğruca ver elini İtalya .
O ne güzellik, o ne yeşillik, o ne muhteşem kasaba evleri ve doğal manzara, Avusturyanın bu kadar doğal güzelliğe sahip olduğunu bilmiyordum.
Ama yine de benim memleketim Türkiye gibi değildi. Puslu bir hava arada bir güneş merhaba diyor o kadar.
Neşe içinde Venediğe vardık o ne bir otel geldik sanki perili ev misali ortalıkta hiç kimse yok, neyse bir görevli çıktı da gecenin bir vakti odamıza yerleştik.
Sabah erkenden Venedik de şehir turuna çıkmak için San Marco Meydanına gittik. O neeeeee! bir kalabalık bir kalabalık adım atacak yeri bırak ayakta dikilecek bir yer bulursan hiç kaçırma hemem dikil.
Dünyanın dört bir yerinden tüm milletlerden oluşmuş bir insan yığınının içinde bulu verdim kendimi sonra çevreyi dolaşmaya başladım ne vardı bu memlekette diye düşünmeye başladım bu kadar insan toplanmış evet ya tarih tamam tarih de o dediğinizden bizim ülkemizde daha fazlası hem de katmerlisiyle vardı.
Tamam Venediğin hakkını da yemiyelim ama bu şehir sularıyla kanallarıyla bir harika ama bu kadar insan ve pislik yakında bu şehri yok etmeye yeter.
Gondol gezisini pislik kokusu içinde olan kanallarda tamamladıktan sonra bir kez daha kendi vatanımı mukayese ettim.
Benim memleketimde bir şehr-i İstanbul var ki dünyanın tüm şehirlerine bedel o, Haliç ve Boğaz dünyanın hiçbir ülkesinde yok ama bir de madalyonun öbür tarafına bakınca kendi elimizle bu güzelliği hergün biraz daha çirkinleştirip öldürüyoruz.
Efendim gondol sefamızı anti gondol torpillerle birlikte tamamladıktan sonra akşam Venediğin bir kıyı kenti olam Lido De Jesola�ya gittik. Bu sevimli İtalyan kasabasında gündüzleri aynen bizim memleketteki gibi herkes denize giriyor güneşleniyor akşam olunca da kentin araç trafiğine kapalı olan caddesinde kafelerde barlarda yada çarşısında piyasa yapmaya çıkıyorlar. Bizde bu kaideye uyarak piyasa yapmak için bu caddede turlamaya başladık.
Aman dikkat bu ülkede neresinde olursanız olun dolaşırken paranıza ve değerli eşyalarınızı çok iyi korumanız gerekiyor yoksa anında ruhunuz bile duymadan uçuruyorlar. Netekim bizim rehberin de kredi kartları ve bir miktar paracıkları uçma öğrendi bununla kalsa iyi otel odalarında da bazı arkadaşların eşyaları İtalya�yı çok sevdiklerinden bu ülkede kalma kararı almışlardı.
Bu macera dolu akşamın sabahı Milano�ya doğru yola çıktık öğlene doğru Milano�ya vardık.
Bakın bu şehir için ne kötü ne de iyi birşey söyliyemiyeceğim çünki burada iki saat kalabildim ama kendine özgü çok hoş bir havası olan bir şehirdi. Tipik İtalya havasını bu şehirde solumak mümkün. Venedikle mukayese bile edilemez orda yaşanan curcuna burda yerini Avrupaya has tarzıyla sakinliğe ve düzene bırakmıştı.
Milano da iki saat kaldıktan sonra Genevo�ya doğru yolumuza devam ettik ve Genevo�ya uzaktan merhaba diyerek.
Nice�e doğru ilerledik. Evet Fransa�nın güneyine doğru gidiyorduk. Akşam üstü Nice�e vardık. İşte AB�nin tek faydasını gördüğüm şeyi sınırların kaldırılmış olmasıydı; ne gümrük, ne pasaport kontrol, elini kolunu sallıya sallıya hesabı otoyoldan 120 km/h hızla bir ülkeden diğerine geçiyorsun, işte olması gereken de bu.
Nice�de iki gün geçirecektik. Otelimize yerleşir yerleşmez kendimizi Nice sokaklarına bıraktık. Şimdi bizimde Akdeniz kıyılarında birbirinden değerli şirin şehir ve kasabalarımız var. Ama nedense bizler şehirleşmeyi herhalde planlıyamıyoruz. Taş üstüne taş kondurup yeşili yok ediyoruz. Halbuki adamlar bu küçücük şehri öyle muhteşem değerlendirmişler ki inanın tüm gezimin içinde en çok hoşuma giden yerdi diyebilirim. İnsanlar yer yokluğundan denizi doldurup üzerine Hava Limanı inşa etmişlerdi. Çünkü şehir dağların eteklerindeydi. Bir de bu şehrin bir avantajı Monaco gibi bir ülkenin giriş kapısı olması diğeri de Cannes�e yakınlığıydı.
Venedik�de yaşadığım insan kalabalıklığı da yoktu ve Fransız�ların kendine özgü kibarlığı ile burada tanıştım.
Monaco deseniz bir başka güzellikti. Orada da Botanik Bahçesi dikkatimi çekti. İnsanlar bir karışlık bir yeri bile değerlendirmişler
ve bir dağın üzerine Botanik Bahçesi kurmuşlar ve dünyanın dört bir yanından gelen binbir çeşit egzotik bitkiyi sergiliyorlardı.
Halbuki bizim memleketimizde ne bitkiler ne ağaçlar var. Bizler kıymetini bildiğimiz için bunları cayır cayır yakıp yok ediyoruz. Bu ağaçlar yandıkça benim ülkeminde akciğerleri yok oluyor.
Efendim dedim ya bu gezide en çok beğendiğim Nice, Monaco ve Cannes oldu, belki de benim ülkeme çok yakın bir havası olduğundan ya da bir Akdeniz şehrinin yakınlığından olabilir.
Şehrin ortasında bir otelde kalıyorduk ve dediğim gibi insanlar her karışından faydalanıyorlardı. Otelin çatı katıda yüzme havuzuydu. Akşama kadar haldır haldır dolaştıktan sonra havuza girip günün yorgunluğunu çıkartıyorduk.
Akşam tekrar yola çıkıp Monaco gece hayatını izlemeye gittik. O da ne kendimi bir anda kumarhane de kollu canavarın önünde buluverdim ve biraz Monaco�ya katkıda bulundum. Sonra ışıl ışıl sokaklarında dolaşmaya devam ettim. Monaco sokaklarında dünyanın meşhur aktris ve aktörlerine rastlamanız çok doğal. Bu insanlar rahatlıkla dolaşabiliyorlar, çevrelerinde bir hayran kitlesi ya da medya ordusu oluşmuyordu. Gecenin ilerliyen saatlerinde Nice�e geri döndük çünkü ertesi sabah dünyanın en sevimli şehirlerinden biri olan Paris�e doğru yola çıkacaktık.
Efendim Paris ve diğer ülkelerde olan izlenimlerime bir sonraki sayımızda devam edeceğim.
Hepinizin sağlıcakla kalmasını diler, sevginin yoluda mutluluk dostunuz olsun.