Bir Siirt Anısı
Siirt'ten güzel bir anı. Türkiye'nin gerçekleri
bildiğiniz gibi değil.. 1997 ÖSYS sınavında ÖSYM Temsilcisi olarak Siirt'te görev aldık.
Yaşamımda ilk kez Güneydoğu'ya gidiyordum. Buraların durumu malum,
dolayısıyla biraz tedirgindik.
İşte bir `ziyaret' dönüşü hoş bir gözlemimiz..
`Ziyaret' buralarda `özel bir fiil' anlamında: Din ulusu Veysel Karani'nin
türbesine gitmek, şifa umudu ile dilek tutmak, hatta türbenin avlusunda
belki gecelemek demek. Doğaldır ki bu dini içerikli yöresel turizm
tecimsel etkinlikleri etrafında toplamış. Din kitapları, tespihler, kasetler,
namaz yaygıları, başörtülerin türlü çeşidi… Siirt'ten yaklaşık 40 dakikalık
bir dolmuş yolculuğu ile `Ziyaret' e varılıyor. Biz de görevimizi yaptığımız
günün öğleden sonrasında böyle bir dolmuşa bindik ve `Ziyaret' e gittik.
Türbeyi, camisini, bir çarşıdan oluşan küçük yerleşkeyi gezdik.
Dönmeye karar verdik, ancak ortalıkta Siirt istikametine araç yok.
Çaresiz bekleyeceğiz. Dolmuş simsarı (orada öyle deniyor) komşu
çay bahçesinde oturmamızı, bize haber vereceğini söyledi. Gittik
oturduk. Yanımızdaki taburelerde oturan iki kişiden birisi ile muhabbet
başladı. Bu tür muhabbetler o yörede çok doğal. Yöre insanının kendi
arasında, bizim büyük kentlerde hiç te alışık olmadığımız, sıcak bir
iletişim var. Bize, belki filmler ve romanlar aracılığı ile gizil olarak
belletilen, `Doğunun insanı acılı olur', `az konuşur', `yaşamın yükünü
hep omuzlarında duyar, mutsuzdur' önermelerinin hiç te doğru
olmadığını sevinçle gözlemledik. Batı (Türkiye) insanına kıyasla, çok
hoş, tarifi kolay olmayan, fevkalade ince bir `gülmece' anlayışına sahip,
buraların insanı. Ayrıca tüm Türkiyeli'ler gibi konukseverlikleri sizin
yabancı olmanızın algılanması ile çoğalıyor. Bir dükkana girip hoşbeş
etmemek, bir çay içmemek pek olası değil. Yapacağınız en büyük hata
`yol sormak'… çoğunlukla sorduğunuz yere kadar götürüleceğinizi `fark
edip' mahçubiyetten bunu engelleyene kadar akla karayı seçiyorsunuz.
Evet, yanımızdakilerle muhabbet başladı. Hemen anlaşıldı ki, konuşkan
olanı aslen Siirtli değil. Genç bir komiser, sivil ve büyük olasılıkla `özel
timden'. Biraz tedirgin oluyorsunuz. Konuştukça tedirgin olacak pek
birşey olmadığını anlıyorsunuz. Aslında Güneydoğuda doğmuş,
büyümüş, bölgede konuşulan dillerin tümünü bildiğini söylüyor,
Türkçe'ye ek olarak Arapça, Kürtçe, Zaza, Süryanice… Yanındaki
kişi de öylesine tanışmış olduğu birisi, kalın bıyıklı vatandaş Kürt,
Türkçe'yi konuşuyor ama `ana dili' olarak değil. Bu olgu buraların
gerçeği. Pek çok kişi için Türkçe bilinmesi gerekilen en önemli
`yabancı dil'. Bizler için İngilizce'nin olduğu durum. Sohbet fazla
uzamıyor, simsar sesleniyor, bir `taksi' (aslında özel otomobil)
Siirte gidecek. Ücret 45 km'lik yol için oldukça ucuz: Yüzbin TL.
Öne iki kişi biniyor: Sivil, genç komiser ve bir dede. Arkada bizler
ve bıyıklı vatandaş. Daha yola çıkar çıkmaz tatlı sert bir tartışma
başlıyor. Şoför ve dede tartışıyorlar. Anlamıyoruz, tartışma Kürtçe.
Arada edilen Türkçe sözcüklerden (bizim ODTÜ Türkçe'sinde araya
İngilizce sözcük sıkıştırılması gibi, buralarda da araya Türkçe sözcükler
katılıyor) anladığımız üzere, dede bazı emrivakiler peşinde! önceden
pazarlığını yapmamış olmasına karşın bir köye uğrayıp bir çuval
bırakmak istiyor. Aslında arabanın sahibi, dedeni isteğini yerine
getireceğini bal gibi biliyor, biliyor da bunu başka isteklerin
izlemesini engellemek için peşin peşin aksi davraniyor. Dede köye
varıldığında inanılmaz bir çeviklikle köyün içine doğru seğirtiyor, ve
beş dakikaya varmadan dönüyor. Belli ki alışverış iyi gitmiş, yüzü
gülüyor. Siirte doğru yola koyulduğumuzda muhabbet başlıyor:
ilgi odağı dede. Çok iyi koştuğunu söylüyoruz: `Seni dedeler yarışına
sokalım mı?' diyoruz. Önce gençlerle yarışacağını sanıp yaşlılığından
dem vuruyor… Yarışın yaşıtları arasında olduğunu anlayınca kendisine
güveniyor.
— Yaşın kaç dede?
diyoruz. Cevapta biraz zorlanıyor
— Elli…beş diyor!
— Yapma yahu, o kadar az olamaz!
deyince Türkçede kendisini zor ifade ettiğini söylüyor, Kürtçe.
Sivil komiser bize çeviriyor. Peşinden karma dilde bir soru/cevap daha:
— Dede kaç defa evlendin!
gevrek gevrek gülüyor:
— Dokkuzz defa.
diyor, dede biraz atıyor mu ne, inanalım mı? Komiserden bir soru daha:
— Okuman, yazman var mı?
anlamıyor dede. Artık işitme problemi mi? Anlama problemi mi?
Bir daha tekrar ediyor komiser soruyu, biraz da yüksek sesle:
— Mektebe gittin mi, mektebe?
— He gitmişimdir, `Ali' mektebine gitmişimdir! Askerde.
Şaşırıyoruz, ne demekse! O kendi kendine açıklıyor:
— Hani `Ali topu at', `Ali getir/Ali götür', `Ali bal al' var ya,
işte ona gitmişimdir, askerde.
Komiser kendinden beklenmeyen bir sıcaklıkla dedeye sarılıyor.
Bir süre eli dedenin omzunda kalıyor, konuşulmuyor. Araba bir yol
sapağına varıyor. Duruluyor. Vedalaşılıyor, dede iniyor. Nerede ise
kendi kadar olan çuvalını bagajdan alıyor, kucaklayıp yavaş yavaş
ilerliyor. Araba yoluna devam ediyor, uzaklaştıkça dede, sırtında
kendinden büyük birşey taşıyan bir karıncaya benziyor. Gözden yitiyor.