Evrensel Işık
Bu yazıda dalıp gideceksiniz engin mavilere. Dalgıçlık macerası okumak için doğru yerdesiniz.
Bir düş mavisinden uzandık geceye…
Hayat koşturmacası, dertler, sıkıntıları bohça yapıp,
Yol kenarındaki uçuruma fırlattık.
Ahh, bu yolculukları çok seviyorum…
Kendim için yaşadığımı, dibine kadar var olduğumu hissediyorum.
“GİTMEK” var ya,
O ruhunun her bir köşe bucağını dalgalandırıp,
İliklerine hayallerini doldurup gitmek…
Maviye, engin denizlere, suya, tuza bulamak yüreğini…
Anlaşıldığını ve paylaşıldığını bilmek…
“Ancak yaşayan bilir” dercesine kenetlenmek…
Uçmak, kopmak, sorumluluklara paydos,
Kendi gerçekliğini yaşamaya evet demek…
Öyle büyük ve önemli bir kaçış ki bu yaşadığımız…
Özümüze dönüş bu adını koymakta zorlandığımız.
Cebimizde mavi mavi hayaller taşırız…
Biz “DERİNLERİN ÇOCUKLARIYIZ”….
Yüreğimiz tuzlu, gözlerimiz buğuludur bizim…
Sevmeyi sevilmekten önde tutarız…
Biz “DERİNLERIN ÇOCUKLARIYIZ”…
Çook derinlerden geldik dünyaya…
Suyun dansıyla büyüdük…
Dalgasıyla hesaplaştık biz…
Her mavi anıda, her serüvende, her düşülen yeni yolda,
Her paylaşımda, çoğalır, çoğalırız… YUNUS(Melis Ulaş)
Sevgili dostlarım, bu ay köşemde seçtiğim konu “Dalgıçlık”. Uzun zamandır bu konuda bir yazı yazmayı planlıyordum fakat yaşadıklarımın yazmaya yeterli olmadığı düşüncesiyle biraz ertelemiştim. Artık zamanının geldiğini düşünüyorum, belki hala yaşayacağım şeyler yaşadıklarımdan çok daha fazla ve benim biraz daha pişmem gerekiyor, ama bu yazıyı okuduğunuzda ben uzun bir yolculuğa çıkmış olacağım. Zorlu ve bir o kadar da heyecan verici bu yolculuk öncesi içime atmadan, belki de yazmaya fırsatım olmayacağı korkusuyla sizlerle duygularımı paylaşmak istedim. Dileğim Kızıldeniz’den döndüğümde yaşadıklarımı da sizlerle paylaşmak.
Geçen ayki yazımda Marmaris’te Köpekbalıkları ile yaptığım dalışı aktarmıştım. Bundan üç sene önce başlayan bu sevda beni nerelere getirdi, sizlerle bunu paylaşmak istiyorum.
Yazımın başındaki şiir benim çok sevdiğim bir arkadaşımdan. Kendine ‘Yunus’ der, aslında kendi aramızda hepimizin bir takma adı vardır, örneğin bana da “Küçük Fok” dediler ve ben de bunu benimsedim. Arkadaşımın şiiri bizi, yani dalgıçları çok güzel anlatan, duygu yüklü bir şiir. Dalmak, denize inmek, kopmak, uzaklaşmak nedir bu kavramlar, niçin bazı insanlar için önemli, niçin hayatımızı tehlikeye atarak bunları yapıyoruz?
Bu soruların yanıtı kısaca “SU”. Hayatın kaynağı ve bizim de vazgeçilmez ihtiyacımız olan su. İnsan vücudunun beşte dördünü ve dünyanın dörtte üçünü oluşturan, bilim adamlarına göre hayatın başladığı yer, her canlının ihtiyacı olan tek madde, SU. Bu madde biz canlıların hayatına aslında o kadar hükmeder ki, bazen onun değerini ve gücünü unuttuğumuzda kendini bir şekilde hatırlatacak olaylar yaratır. Adeta yaşamımızda kanıtsadığımız ama bundan dolayı da önemini unuttuğumuz bu madde önemini bize hatırlatmak için gücünü gösterir. Dünya dışına açılmayı planlayan insanoğlunun, bu gezegeni terk edip başka bir gezegende yerleşmek için aradığı ilk şart su olup olmadığıdır (Dikkat ederseniz hava değil, su). İnsanoğlu her ne kadar bu gerçeği ara sıra unutsa da bilinç altı bunu asla unutmaz. Bizler bunu bir duygu olarak algılarız, yani suyu sevmeyi. Fakat bu bir duygu değildir, bu bir fiziksel çekimdir aslında; yaşama karşı olan bir çekim, öze dönüş, moleküllerin birbirine kavuşma sevdası. Bilinç altımızdan gelen bu bilgi, bizleri ister istemez küçük ya da büyük olsun bir su kütlesiyle karşılaştığımızda yanına çeker. Su kütlesi ne kadar büyük olursa, ondan aldığımız enerji de o kadar çok ve çekim de o derece güçlü olur. İnsanlar, bu nedenle suyun yanına gittiğinde veya onunla temas ettiğinde rahatlar, enerji depolar.
Suyun aslında bir rengi yoktur fakat biz genellikle onu maviyle özdeşleştiririz. Bilinç altımız bize sanki onun renginin mavi olduğunu söyler. Bunun nedeni en büyük su kütlelerinin mavi ve onun tonları olmasıdır. Bu tamamiyle ışığın suyun derinliği ile doğru orantılı olarak farklı frekanslarda kırılmasıyla ilişkilidir. Işık, suya girip derinlere indikçe, ışık tayfının sonunda olan mavi-mor renk en son kırılmaya uğrar. Bu nedenle suya mavi bir renk yansır, hatta lacivert. Mavi renk de bu nedenle insanlara huzur veren bir renktir, çünkü o yaşamın özü ile ilintilidir.
Su ve mavilik ayrılmaz ikili, güzellik ve yaşamı barındıran ikili. Suya olan tutku sonradan öğrenilen birşey değildir. Bu çok küçük yaşlarda başlar. İnsan ya suyu çok sever ya ondan korkar. Bu son derece normal birşeydir. Çünkü her yaşamın içinde ölüm de vardır. Su bize birşeyleri getirirken bazen kontrol dışına çıkıp bizden birşeyleri de alıp götürür. Fırtınalar, seller, gel-git olayları ve hatta dünya iklimini değiştirecek büyük akıntılar. Ne yaparsak yapalım bu gücün karşısında duramıyoruz, belki bazı yerlerde kontrol altına alabiliyoruz ama asla tam güvencede değiliz. Bu güce saygı duymamız gerekiyor. Özellikle de deniz ve okyanuslara.
Denizler ve okyanuslar tanıdığımız ve henüz tanıyamadığımız binlerce tür canlıyı barındırır. Okyanus dipleri o kadar az bilinmektedir ki, uzayı bile daha iyi tanıdığımızı söyleyebiliyoruz. Derin maviliklerin bizden gizlediği sırlar halen çok fazla. Hayranlık duyduğumuz, yaşamın gereği olan denizler bu nedenle hep insanların ilgi alanı olmuştur. Peki bu derinlikler nasıl keşfedilmeye başlandı?
İnsanın dalmaya olan sevdası antik çağlardan başlar. Bugün bile devam eden inci avcılarının ilk örneklerine ise bundan 1500 yıl öncesine dayanır. Aletli dalışlar konusunda Osmanlı gravürlerinde ve sibernetiğinde ilginç örneklere rastlanır, bunların kullanılıp kullanılmadığını ise bilmiyoruz. 1530 yılında ilk “Dalış Çanı” yapıldı, 1690 yılında Edmund Halley bunu geliştirerek yukardan hava ikmalini sağladı. 1823 yılında bir dalgıcın giyebildiği ve yukardan hava beslemeli ilk giysi icad edildi. Bu giysinin gelişmiş modelleri uzun yıllar su altı işçilerinin ve sünger avcılarının giysisi oldu. Fakat uzun süren derin dalışlar sonrasında dalgıçların yüzeyde bir takım rahatsızlıklara yakalandığı da tespit ediliyordu. “Dekompresyon hastalığı” veya halk dilinde “Vurgun” denilen bu hastalığın nedenleri ve engellenme yöntemleri daha sonra sistematik bir şekilde öğrenildi. Modern scuba dalışlarının temelinde ise hepimizin dizilerini hayranlıkla seyrettiğimiz bir isim bulunmaktadır. 1943 yılında “Aqua Lung” adını verdikleri sisteme patent alarak yukarıda bir yere bağlı olmaksızın rahatça hareket edebilmeyi sağlayan ilk scuba ünitesini Emile Gagnan ile birlikte Jacques Cousteau bulmuştur. Cousteau bu aleti Frederic Dumas ile birlikte 1943-1954 yılları arasında geliştirdi. Bugün ise çok güvenilir ve gelişmiş dalış sistemleri ve dalış bilgisayarl
arı ile güvenli dalış teknikleri kullanılmaktadır.
Söylediğim gibi, insan suya ya aşıktır ya da ondan korkar. Ben aşık olanlardandım, maviyi hep sevdim, Cousteau’nun dizilerini hiç kaçırmadım. Suyla ilgili en büyük çekincelerimi ise ilk maskemi takıp suya başımı soktuğumda yitirdim. Ben artık bir deniz sevdalısı olmuştum, saatlerce suya dalıp çıkıyordum, hayvalara yakın olmaya çalışıyordum ve bu senelerce sürdü. Eminim şu anda benim gibi deniz sevdalısı olup bu satırları okuyanlar da hemen hemen aynı şeyleri yaşamıştır.
Denizi ve dalmayı bu kadar sevmeme rağmen, tüplü dalışı yani “scuba diving” denememiştim. Bundan üç sene evvel Marmaris limanında dolaşıyordum. Bir teknenin yanından geçerken gözüme ilanı takıldı; “10 milyona günlük dalış turu”. Merak edip sordum, hemen o gün daldırıyor musunuz diye. Bana bu dalışın “discovery” yani keşif dalış olduğunu, kısa bir eğitimden sonra hemen daldırdıklarını söylediler, hemen ertesi gün için yerimi ayırtmıştım. Bunun benim yaşamımda yeni bir yer açacağını o gün bilmiyordum. İlk dalışımı yaptım, sanki yeni bir dünyada yaşamaya başladığımı hissettim; gördüğümüz, yaşadığımız dünyanın çok dışında, çok renkli, çok dost.
Ankara’ya döndüğümde bir kursa yazılarak teorik eğitimimi aldım ve sonbahar aylarında da pratik eğitim için Kaş’a gittik. Gerçek anlamda ilk dalgıçlık deneyimlerimi Türkiye’nin bir numaralı dalış yerlerinin olduğu Kaş’ta yapmıştım. Ankara’ya döndüğümde kendimi çok farklı hissetmeye başladım. Beni etkileyen sadece suyun altı değildi elbet, sonraları üzerinde sıkça düşündüğüm ve yaşayarak kazandığım deneyimlerin bana öğrettikleriydi.
Dalgıç olmak ne demektir? Bu bir amaç mı, yoksa araç mıdır? Niçin koşa koşa binbir eziyete katlanarak denize dalmaya gidiyoruz?
Elbette herkesin suya dalmak ve aktiviteleri yaşamak için kendince bir nedeni bulunmaktadır. Bazıları bunu bir amaç olarak değerlendirirken, bazıları ise başka hedeflere ulaşmak için araç olarak görmektedir. Her ne olursa olsun dalgıç olmanın bir takım kuralları ve riskleri vardır. Bu riskleri göz önüne alıp baktığımızda olayın felsefi ve duygusal boyutları ile karşılaşıyoruz. Ben biraz bu konulara girmek ve olayın farklı bir boyutu değerlendirmek istiyorum.
Yukardaki şiirde de gayet güzel dile getirildiği gibi “dalmaya gitmek” eylemi bile başlı başına bir olaydır. Denizi ve dalmayı çok sevenler için dalmaya planlanmış bir hafta sonu, yol ne kadar uzak olursa olsun sabırsızlıkla beklenen bir seyahattir. Dalma konusunda tecrübesi olmayanlar için iki günlüğüne o kadar yola gitmek çok saçma gelebilir, fakat bir dalgıç asla bunu düşünmez. Ben bugüne kadar seyahat ettiğim arkadaşların ağzından daha şikayet cümlelerini hiç duymadım. Yolun uzunluğu, kalınan sürenin azlığı, herşeyi sıkıştırılmış bir şekilde yaşama zorluğu dalgıç olmayanların anlayabileceği birşey olmadığı gibi, dalgıç olmayanların da katlanabileceği birşey değildir. Neden diye sorarsanız, cevabını aldığımız eğitimlerde ve işin doğasında aramak gerekir.
Dalış eylemi zor ve disipline edilmesi gereken bir eğitimi içerir. Dalgıç olmak isteyen kişinin bazı duygularını, düşüncelerini ve fiziksel özelliklerini geliştirmesi gerekir. Bunlar nelerdir?
- Paylaşmayı bilmek
- Kendi kendini geliştirmek
- Kendine aşırı güvenmemek
- Kendi sağlığı kadar diğer dalgıçların sağlığını da düşünmek
- Kısıtlı olanaklarda yaşamayı becerebilmek
- Beklenmedik durumlarda kendine hakim olup sakin düşünebilmek
- Ekipmanlara hakim olmak, denizle ilgili herşeyi biraz da olsa bilmek
- Bilgiyi paylaşmayı bilmek
- En zor şartlarda en doğru kararları alabilecek düşünce sistemini kurmak
- İlk yardımı, su altı ve su üstü kurtarmayı bilmek
- Sağlıklı ve kuvvetli olmak
- Su altındaki tüm canlıları sevmek ve korumak
- Suyun altındaki güzellikleri başkaları ile paylaşabilmek ve diğer insanları bilinçlendirmek
- Çevre korumasına katkıda bulunmak, su altının astronotları olmak
- Suyun altı kadar üstünde de dostlarına yardımcı olmak ve hiçbir zaman onları zor durumda terk etmemek.
Belki bu listeye ekleyebileceğimiz çok daha güzel şeyler bulunabilir. Fakat dalmaya başlayan kişilerde gelişen veya gelişmesi gereken noktalar bunlardır. Bazılarına baktığımızda bunları öğrenebileceğimiz su üstünde fazla bir yerin olmadığını görürüz. Yapılacak küçük bir hatanın kendi ve hatta diğer dalgıçların hayatlarına bedel olması yapılan işin ne kadar önemli ve hata kabul etmeyen bir aktivite olduğunu gösterir. Çünkü sualtı insanın doğasının dışında fiziksel koşullarda yaşamayı gerektirir, bu koşullarda ister istemez edinmemiz gereken yetenekleri.
Paylaşmanın veya bir kimseye arkasını dönerek hayatını teslim etmenin getirdiği duygu yükü hepimizi çok etkiler. Bunlar aramızda kurulan çok özel anların, anlatılamayacak güzellikteki anların bizlere öğrettikleridir. Bir dalgıç gerçekten kendini yaptığı işe veriyorsa düşünce ve davranış sisteminde çok büyük değişiklikler gözlenir. Paylaşımcı, dost canlısı, barışçı, sorunları olgunlukla karşılayıp çözen, disiplinli, dikkatli, korumacı, başkalarıyla yarışmak yerine kendi kendini geliştirmek için yarışan bir insan olmaya başlar. Bu güzel özellikler bence dalma olayının felsefesini anlayabilen herkes için geçerlidir. Dalgıç olmak basit bir sportif doğa aktivitesi değildir. Yanında getirdiği özellikler ile bambaşka bir hayat felsefesidir. Su üstünde son derece rahat tükettiğimiz havayı, aşağıda bizim için ne kadar değerli olduğunu bilerek tüketiriz. Bunu yaparken eğer nefes kontrol metodlarını da kullanırsanız bu dalış size inanılmaz bir meditasyon gibi gelebilir. Nefesinizi kontrollü alıp vermeyi öğrendiğinizde hem hava tüketiminiz azalır hem de sakin ve dingin olursunuz. Yerçekimsiz bir ortamda etrafınızdaki güzellikleri de seyrettiğinizde dalmak sizin için yeni bir hayat, meditasyon yaparak dinlenme olanağı demektir.
Sualtının paylaşımını üstüne taşıyarak eğlenmek, yemek yemek ve birşeyleri keşfetmek bizleri çok mutlu ediyor. Bunlar o kadar yoğundur ki ben hep şunu söylerim: “Bizi anlamak istiyorsanız bizimle beraber olun, çünkü biz size kendimizi anlatabilmek için kelimelerin yetersiz kaldığını biliyoruz, ancak yaşayarak, beraber olarak bunları anlayabilirsiniz.”
Bütün şehirler sizin olsun
Ben aşığım dalgaların sesine
Tapınırcasına, ölürcesine
İçimde ne varsa denizin olsun
Ümit Yaşar
Yüreğimiz senin kadar renkli, engin ve temiz,
Hayatımız senin kadar canlı olsun.
Bize kazandırdığın güzellikler ve değerler,
Senin mavin kadar derin ve sonsuz olsun.
Dilerim öyle olur, Derinlerin Çocukları
Mutlu Payaslıoğlu